14 Kasım 2013 Perşembe

BIODERMA YENİ ÜRÜNLERİM

@bioderma_tr nin ürünlerini her zamanki gibi kullanmaya devam eden ben; bugun aldıklarımı kullanmak için sabırsızlanıyorum 💆🙆💁 😊  ➡️ Narin ve bebeksi ciltlere BIODERMA Hydrabio nem maskesi + Sensibio AR BB kızarıklığı giderici renkli krem + kepek oluşumunu önleyici NODE DS+ Node şampuan... #bioderma #cream #shampoo #masquehydratant   


10 Nisan 2012 Salı

GÜLSE BİRSEL'den güzel bir yazı

Hep söylüyorum, biz çocukken midemiz bulanınca ekmek yedirirlerdi, grip "Yatınca geçer"di, başın ağrıyorsa "Çocukların başı ağrımaz" denirdi, uykun kaçıyorsa "Oyuncaklarını düşün, güzel rüyalar görürsün" şeklinde konuhalledilirdi!
Okuma yazmayı öğrenemiyorsan ya, "Tembel"din ya "Yavaştan, sağlam sağlam öğreniyor"dun! Hüzünlü bir çocuksan "Yazar olacak herhalde" derlerdi, yerinde duramıyorsan, etrafa saldırıyorsan bir tane çakarlardı, susup otururdun.
Kanaatimce pedagojinin zirve yaptığı yıllardı o yıllar.

Çünkü sonra sonra, koşup oynadıktan sonra öksüren çocuk 'astım başlangıcı', okuma yazmayı zor söküyorsa 'disleksik', hüzünlüyse 'depresif', aşırı hareketliyse 'hiperaktif' diye nitelendirilmeye başlandı ve o sinameki yetiştirilen tipsizler şimdi büyüdüler!

O kadar ilgi alaka sonrası ola ola ne oldular?
Emo!
Emo ne?
Hani beş-altı yıldır etrafta saçlarını gözlerinin tekini kapatacak şekilde öne öne tarayan, miskin görünüşlü, asık suratlı, beti benzi atmış, sıska, dar pantolonlu, converse'li, siyah ojeli ergenler var ya...

Taksim'de kaldırımlarda filan oturuyorlar.
Aha onlar Emo!
Emo kelimesinin emotional'dan (hissi) geldiği, bu yavruların pek bunalımlı pek güvensiz ve duygusal olduğu, topluma uyum sağlayamadıkları için böyle takıldıkları söyleniyor. Bizim zamanımızda punk vardı ya, onun gibi bir akım, ama bir halta yaramayanı!

HERKESİN KEYFİNİ KAÇIRDIM
Ay kıyamaam!
Zamanında, kendi ergen yıllarımda bu akım daha dünyada yokken 10 gün emo takılmışlığım vardır! Kafam neye bozuktu hatırlamıyorum ama o 10 gün, üstelik de yaz tatilinde, evin o köşesinden bu köşesine oflaya poflaya nemli gözlerle dolaştım.
Saçımı taramadım, denize gitmedim, sohbetlere katılmadım, tebessüm bile etmedim. Akşamları karabasan gibi yemek masasına çöküp herkesin keyfini kaçırdım. Bir akşamüstü, balkonda otururken annem "Ne bu surat her gün, senin derdin ne kızım aaa..." şeklinde pedagojik bir açılım yaptı.

"Sıkılıyorum... Hayat çok anlamsız" cevabımın üzerinden sanırım birkaç saniye geçmişti ki, acı ve can havliyle bir metre havaya sıçradım. Annem, her Türk annesinin uzmanı olduğu 'mıncırma' hamlesini oldukça sert ve uyarısız gerçekleştirmiş ti.

Mıncırma, malumunuz evlat artık poposuna terlikle vurulmayacak kadar büyüdüyse, ancak tekdir ile de uslanmıyor ve hakkı kötekse kullanılan, konu komşu, bitişik ev duyar ihtimaline karşı avaz avaz bağırmak yerine geçen bir terbiye şeklidir. Tercihen bel veya bacak bölgesinden bir alan seçilir, elle kavranır ve et, 180 derece çevrilir!Hemen ardından, daha acım ve şaşkınlığım hüküm sürerken, annem kısık sesle,yüzünü yüzüme yaklaştırarak
"Alırım ayağımın altına" diye başladı ve
"Karnın tok sırtın pek! Aklını başına topla! Sıkılıyorsanda git bakkala evin alışverişini yap, sonra da gel yemek kitabından bir kurabiye pişir, akşam misafir var, hadi yallah..." şeklinde bitirdi!

NE DERDİM KALDI NE DE TASAM

Malumunuz eti mıncırılan ergen olay yerinde fazla kalamaz, mıncırandan tırstığı için kendisine yalakalık yapar, arzu ettiği aktiviteleri gerçekleştirir.
Mıncıran mutlu, mıncırılansa artık efendi bir insandır! Aynen öyle oldu. Mıncırma sonrası ne derdim kaldı ne tasam! Emo'luğum o gün bitti, bu yaşa kadar da hep mutlu mesut, uyumlu, üretken biri olarak yaşadım. Şimdinin sokakta bira içen, gelen geçenden ihtiyacı var diye değil, hayat tarzı sandığı için para dilenen, dünyanın bütün derdi sırtındaymış gibi davranıp, bunalım takılıp bir işin ucundan tutmayan emo'larının başında, bizim zamanımızın anne babaları olacaktı ki. Ohoo...
Muma dönerdi hepsi! Bir kere her şeyden önce bütün o yüzü gözü saçla kaplı eşek herifler ibir eşek tıraşına götürürlerdi, kesin!
Ülkenin gençlerine bak.
Tarikat yurtlarında yetiştirilen çocuklar, polise atsın diye eline taş verilenler, bir de emo'lar!
Gelecekten çok umutluyum çok.

Gülse BİRSEL
 

Pazar klasiği " İstanbul Hatırası"

Ben kitap okumayı ve sinemaya gitmeyi çok seviyorum ama tiyatroyu bir ayrı seviyorum , tiyatronun gerçekçiliği ve sevdiğim oyuncuların sergiledikleri performansı gördükçe adeta nutkum tutuluyo... Eğer sizlerde benim gibi tiyatroyu seviyorsanız bu oyunu kaçırmayınız gidiniz görünüz efem ,pazar günü gittiğim tiyatro harikaydı şiddetle tavsiye ediyorum :) kocaman öpüyorum sizleri elma şekerleri :)))


Yazan: Tarık Şerbetçioğlu
Yöneten: Tarık Şerbetçioğlu
Dramaturgi: Gökhan Aktemur
Koreografi: Selçuk Borak
Müzik: Selim Atakan
Sahne Tasarımı: Aysel Doğan
Işık Tasarımı: Zilkifli Özdemir
Kostüm Tasarımı: Gamze Kuş
Efekt: Ersin Aşar
OYUNCULAR
Toron Karacaoğlu, İbrahim Şirin, Naci Taşdöğen, Tarık Şerbetçioğlu, Ergun Üğlü, Binnur Şerbetçioğlu, Rahmi Elhan, Selma Kutluğ, İskender Bağcılar, Gökhan Eğilmezbaş
İstanbul Hatırası`nda bir martının kanadında, bir dalganın kıvrımında İstanbul`da yaşanmış kırık bir aşk hikâyesi anlatılıyor.
Mekân İstanbul, zaman yüzyıl, aşk her yerde. Meddah hikâyesini anlatmaya başladığında artık sadece söz vardır. Söz Ali Amca`nın hikâyesine dönüşür.
Zamanın imbiğinden süzülür. Gözlerimizin önüne serilir. 20. yüzyılın başlarında İstanbul`dayızdır artık. Yüzyılın başlangıç telaşı, dönüşümün eşiğinde bir imparatorluk, savaşlar, acılar, neşeler...
Hepsi iç içe geçiyor. Yürekler heyecanla çarpıyor, heyecanlar Direklerarası`nda alkışlara karışıyor...

Cumartesi günü

Herkese kucak dolusu merhabalar,

Vizelerden dolayı bir türlü bakamadım, yazamadım ve ilgilenemedim...Şuan suçluluk duyuyorum inanın:( hep vizelerden dolayı... hem diyete başlamanın hemde vizelerin olması feci bir durummuş ben bunu anladım... hele şükür vizelerim biteli 1 hafta oldu ama benim için değişen birşey olmadı tabiki! part-time eski işyerimde çalıştım ... Velasıl kelam, beybilerim size komik ve bir o kadar da takdir ettiğim bir olayı aktarmaya çalışıcam ,
Cumartesi günü sabahıydı yani geçen haftaki cumartesi sabahı,  saat:09:00 suları, ben TEGV de ki 2. sınıf "okuyorum oynuyorum" etkinliğine gidiyordum, Taksimden otobüse bindim ve otobüsün kalkmasını bekliyordum ki,benim oturmamla birlikte otobüsün kapısından kafasını uzatıp çırpınarak konuşmaya çalışan, 2 turist tonton şirin mi şirin çift şoför beye ispanyolca bir yere nasıl gidebileceğini sordu , 45 yaşlarında kendi halinde Halk otobüs şoförü amcamdan gelen yanıt aynen şöyleydi ; Do you speak English ? :))) başladı şakır şakır ingilizce konuşmaya , hangi otobüse bineceklerinden, kaç numaralı otobüse bineceklerine ve otobüsün nerden kalktıgını tarif etmeye... O an dedimki vay be !İnsan kaç yaşında olursa olsun, nerede yaşarsa yaşasın, nerede oturursa otursun, ne iş yaparsa yapsın KENDİNİ GELİŞTİRMELİ... Şoför amcam helal olsun sana :):)